24 Ağustos 2011 Çarşamba

BİR KRİZİN ANATOMİSİ


           
   Küresel ekonomik kriz dendiğinde, akla doğal olarak bütün dünyayı etkisi altına alan büyük bir ekonomik resesyon veya buhran gelir. Fakat bu çıkarımın doğruluğunu belirlemek için bu çaptaki bir krizin nasıl çıktığını, yani çıkış noktasını iyi incelemek gerekir. Acaba bu resesyona bütün dünya bir anda topluca mı girdi yoksa ana bir taşıyıcı tarafından bütün dünyaya bir bulaşıcı hastalık gibi mi sıçradı?
     
 Kredi Krizinden Finansal Krize

Amerika Birleşik Devletleri(ABD) ve Mortgage sektörü “büyüklük” konusunda çok önemli bir ortak noktaya sahipler aslında. İlki, yaklaşık 14 trilyon dolarlık gayri safi milli hâsılasıyla dünyanın en büyük ekonomisiyken diğeri de 10 trilyon dolarlık değeriyle dünyanın en büyük piyasası konumunda bulunuyor. Fakat mortgage sektörünün son derece hassas bir dengede yönetilmesi gerektiği ABD’de 2003 yılından itibaren unutulmaya başlandı. Finansal kuruluşlar kredibilitesi zayıf olan kişilere de mortgage kredisi vererek mali disiplini gevşetmeye başladılar. Aslında, bu son derece riskli yapı 2005 yılına kadar defolarını saklamayı başardı. Bunun da en büyük nedeni, mortgage kredisi alanların sabit faiz yerine değişken faizli sistemi kullanarak ABD’nin düşük faiz avantajından faydalanmalarıydı. Ancak Amerikan Merkez Bankası(FED)’nın 2005 sonundan itibaren faizleri artırma yoluna gitmesiyle özellikle dar gelirli gruplar mortgage kredilerini düzenli şekilde ödeyememeye başladılar[i]. Sadece dar gelirlilere özel olarak verilen mortgage kredilerinin boyutunun 1,5 trilyon doları bulduğunu söylersek bu geri ödeme sıkıntısının bankalar için ne kadar ciddi bir sorun yarattığını düşünmek çok da zor olmayacaktır. Aslında bir kredi krizi olarak başlayan bu ekonomik problem 2007 yılının ikinci yarısıyla beraber bir likidite krizine dönüştü. ABD’deki ekonomik yavaşlamanın lokomotifliğini mortgage sektörü yaparken finans, sigorta, inşaat ve madencilik sektörlerindeki yavaşlama da adeta lokomotifin çektiği vagonlar olarak yerlerini aldılar ve genel ülke ekonomisindeki büyüme hızını da negatif yönde etkilediler. Bu durumun artık zorlanılmadan atlatılacak bir ekonomik sıkıntı olmadığı, ABD’de 2008 yılıyla beraber çok iyi bir şekilde anlaşılmıştı.
            
  ABD

 Birleşmiş Milletler’in “yüzyılın krizi”, IMF’nin de “dünya ekonomisinin 1930’lardan bu yana karşılaştığı en tehlikeli finansal şok” olarak değerlendirdiği bu krizin gerçek yüzünü gösterdiği yıl olan 2008, Amerika’nın en büyük yatırım bankalarını ve mortgage finansörlerini derinden sarsacaktı. Durum öylesine vahimdi ki hangisinden başlayarak yazmak gerektiğini kestirmek gerçekten zor. Krizin çıkış kaynağı mortgage sektörü olduğundan, bu sektörün iki büyüğünün çöküşünden bahsetmek yerinde olacaktır. Krizden önce Freddie Mac ve Fannie Mae, ABD mortgage piyasasının yaklaşık yarısını ellerinde bulunduran iki süper güçtü. Fakat krizden sonra ‘mortgage’ kelimesinin bile kullanılmasından imtina edilmeye başlanmasıyla, bu köklü kuruluşlar birer “mortgagezede” olarak Eylül 2008’de FED’in yoğun bakım servisinde tedavi altına alındılar. Zaten, bu kuruluşların tarihi de birbirleriyle fazlasıyla örtüşüyor. Fannie Mae, 1938 yılında bir devlet kuruluşu olarak mortgage sisteminin temellerini atması amacıyla kuruluyor ve 1968 yılına kadar da devlete bağlı olarak işlevini sürdürüyor. Fakat özelleştikten sonra Fannie Mae’nin tekelleşmesini önlemek ve rekabet yaratmak amacıyla ona bir kardeş olarak Freddie Mac’in kurulması teşvik ediliyor[ii]. Ayrıca, Amerikan bankacılığının önemli kuruluşlarından olan Bear Stearns’ın batış hikâyesi de bahsetmeye değer. Aslında Stearns’ın bu küresel krizin en acıklı batışlarından birine maruz kaldığını söylersek çok da yanlış olmaz. Nisan 2007’de şirketin hisselerinin birim fiyatı 159,7 doları ve toplam piyasa değeri ise 18,9 milyar doları buluyordu. Daha mortgage krizi derinleşmemişken şirketin mali durumu fazlasıyla güçlü duruyordu. Ancak banka bir yıldan az bir sürede kademeli bir şekilde erirken bir de Mart 2008’de iki günde bankadan tam 17 milyar dolar para çekilmesi, banka açısından teslim bayrağını çekmenin artık kaçınılmaz olduğunu göstermişti. Şirket, 16 Mart 2008’de hisse başı 2 dolar ve toplam 236 milyon dolarlık bedelle adeta bedavaya JP Morgan Chase bankasına satıldı. Zaten satışla ilgili değerlendirmelerde öne çıkan analiz de “JP Morgan ölü fiyatına batık ama iyi bir marka aldı” oldu[iii]. Aslında, JP Morgan Chase’in küresel krizin ABD ayağında batan geminin mallarını satın alan uyanık tüccar rolüne büründüğünü de söylemek gerek. Bear Stearns ile yetinmeyen JP Morgan, ülkenin en büyük yatırım ve kredi bankası Washington Mutual’ı da 1,9 milyar dolara bünyesine kattı. Fakat bunlara ek olarak, ABD ve küresel ekonomik kriz denilince bir bankaya değinilmeden kesinlikle geçilmez. Aslında onun batışı, global çaptaki bu durgunluğun sistemin kendisini sorgulamaya neden olacağı değerlendirmelerine mükemmel bir kanıt olarak hafızalarındaki yerini almıştı: Lehman Brothers. Çöküş, iflas, batış veya eş anlamlı ne kadar kelime kullanılırsa kullanılsın Amerikan bankacılık sisteminin 158 yıllık amiral gemisi, 15 Eylül 2008’de alıcı bulamayarak 639 milyar dolar toplam varlıkla beraber teslim bayrağını çekti[iv]. Bu batış hacim olarak da o kadar dev bir batıştı ki; uluslararası çevrelerde bu iflasın tsunami etkisi yaratabileceği ve finans piyasalarının iflası seyreden günlerde bugüne kadar eşi görülmedik bir baskı altında kalabileceği belirtilmişti. Bu olayla ilgili en çarpıcı yorumlardan biri Zaman Gazetesi yazarı Sami Uslu’dan gelmişti: “Lehman Brothers’ın batışını şahsen Titanic gemisinin okyanusta batışına benzetiyorum[v]”. Aslında, 15 Eylül 2008 gününün ‘Kara Pazartesi’ olarak adlandırılmasının bir diğer sebebi ABD’nin bir diğer köklü bankası Merrill Lynch’e Amerikan yönetimi tarafından el konulması oldu. Ama Lynch de sahipsiz kalmadı ve yine hükümetin desteğiyle Bank of America, Merrill Lynch’i 50 milyar dolara satın alacağını açıkladı. Son olarak, iki önemli kurtarma operasyonundan da söz ederek küresel krizin ABD ayağını sonlandıralım. Bunlardan ilki, sadece ABD’nin değil dünyanın en büyük sigorta şirketi olarak gösterilen AIG’nin krizin baskısını daha fazla göğüsleyemeyip zor durumda olduğunu açıklaması ve Amerikan hükümetinin bu çığlığa kulak vererek FED’in 85’i ilk etapta olmak üzere toplam 123 milyar dolarlık yardımı. Aslında bu kurtarmayla ilgili FED’in çok ciddi eleştirilere de maruz kaldığını belirtmek gerek. Eleştirilerin yoğunlaştığı nokta ise Fannie Mae, Freddie Mac ve Lehman Brothers gibi birbirinden büyük üç devin çöküşüne adeta seyirci kalınıp neden AIG’nin bu kadar büyük bir hükümet inisiyatifiyle iflastan kurtarıldığıydı. İkinci kurtarma operasyonu ise küresel çapta yatırımlarıyla tanınan ve dünyanın en önemli bankalarından biri olarak gösterilen Citigroup’a yapılmıştı. Yine Amerikan hükümeti bankayla yapılan karşılıklı görüşmelerden sonra 25’i derhal toplam 65 milyar dolar sermaye desteği vermeyi kabul etti[vi].

              Bu bilgiler ve belki de krizden önce, bir film senaryosu olarak okunsa dahi gerçeklikle zerre kadar bağının olmadığı şeklinde değerlendirilebilecek olaylar ışığında 2008’in nasıl bir yıl olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır. Aslında ABD’deki banka batış sayılarına baktığımızda 25 sayısının 2009 ve 2010 ile karşılaştırıldığında çok da dramatik olmadığı düşünülebilir. Çünkü son iki yılda batan Amerikan banka sayısının toplam 289[vii] (140’ı 2009’da; 149’u 2010’da olmak üzere) olduğunu ortaya koyduğumuzda vahim bir tablo oluştuğu aşikârdır. Fakat yine de şunu belirtmek gerekir ki; 2008’de batan bankalar nicelik açısından az gibi gözükseler de nitelik açısından fazlaca büyüktüler.

    AVRUPA


 “Küresel ekonomik kriz” ve “Avrupa” birlikte söylendiğinde akla ilk olarak komşu ülke Yunanistan geliyor normal olarak. Aslında komşunun durumu gerçekten çok sıkıntılı. Ekonomist Mahfi Eğilmez’e göre; Yunanistan “ikiz açık” denilen bütçe açığı ve cari açıkla aynı anda boğuşuyor[viii]. Bu iki ekonomik veri, ülkelerin mali sistem değerlendirmelerinde çok kritik öneme sahipler. O yüzdendir ki; Yunanistan’ın bütçe açığı/GSYH(gayri safi yurtiçi hasıla) oranının %12’lere ulaşarak Avrupa Birliği’nin ekonomik anayasası sayılan Maastricht Kriterleri’nin tam 4 katına tekabül etmesi ve cari açık/GSYH oranının ise %13 gibi korkutucu bir seviyeye erişmesi başta Avrupa olmak üzere tüm dünyanın Papandreu hükümetinin atacağı adımlara odaklanmasına neden oluyor. Yine de şunu vurgulamak gerekir ki Fransa ve Almanya, Yunanistan’ın bu durumundan en çok rahatsız olan ülkeler konumundalar. Bunun nedeni de bu iki ülkenin komşumuzdan en çok alacağı olanlar listesinde sırasıyla 1. ve 2. olmaları (Fransa 75, Almanya 43 milyar dolar olmak üzere) . Zaten kapıda bekleyen alacaklıların, ödemeleri sıkıntıya girdiğinde sakin ve soğukkanlı davranmalarını beklemek herhalde Pollyannacılıktan öteye gitmez hem de böyle bir krizin tam ortasında. Fakat tam bu noktada önemli bir soru karşımıza çıkıyor: Yunanlılar, Fransızlarla değil de neden Almanlarla kapışıyor? Bu sorunun cevabını Radikal gazetesi ekonomi yazarı Uğur Gürses şöyle veriyor: “Çünkü Almanlar, Yunanlıların kurtarılmasına ilke olarak en çok karşı çıkan AB ülkesi. Daha fazlası, Yunanlıların ‘kendi kendini kurtarması’ taraftarı Almanlar. AB Komisyonu’nda en katı tavır koyan da Almanlar oldu[ix]”. Aslında verilen iki demeç, Gürses’in bu görüşünü net bir biçimde destekliyor ve Almanların Yunanistan’ın borcuna ortak olma konusundaki isteksizliklerini bir kez daha ortaya koyuyordu. İlk olarak, Alman parlamenterler adeta Yunanlıların milliyetçi damarına basarak borçların karşılanmasında Yunan adalarının satışının kullanılabileceğini belirttiler. Bu konuda, Alman bakanlardan Josef Schlarmann’ın Bild gazetesine verdiği demeçteki “İflasın eşiğine gelen bir kişi, hissedarları için sahip olduğu her şeyi paraya çevirmeli. Yunanistan, şirketlere ve kimsenin oturmadığı adalara sahip. Bunlar borçların karşılanması için kullanılabilir[x]” sözleri gerçekten dikkat çekiciydi. İkincisiyse, Yunanistan’ın böyle ciddi bir mali yardıma ihtiyaç duyup duymadığıyla ilgili. En azından Almanya’ya göre başlarda bu durum bir netlik kazanmamıştı. Zaten Alman Hükümeti Sözcüsü Christoph Steegmans durumu tipik Alman disipliner bakış açısıyla yorumlayarak “Duvara bir yangın söndürücü koymak, ona ihtiyaç duyulacağı olasılığı konusunda herhangi bir şey ifade etmiyor[xi]” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Fakat sonra Avrupa Birliği’nde yapılan yoğun müzakerelerin sonucunda Almanya ve Fransa’nın içinde bulunduğu bazı ülkeler, Yunanistan’ın tansiyonunu düşürmeye katkı sağlayacaklarını açıkladılar. Aslında sonraları sağlanan bu uzlaşmayı, küresel ekonomik krizle birlikte ciddi yara alan “Avrupa Birliği” konseptinin geçerliliğinin sürmekte olduğunu gösterme gayretlerine bağlamak da mantıksız bir yaklaşım olmasa gerek.


 Kayan ve Yükselen Yıldızlar

Avrupa için küresel ekonomik kriz Yunanistan ile birlikte derinden hissedilmeye başlansa da risk katsayısı hızla yükselen başka Avrupa ülkeleri olduğunu da söylemek gerek. Bunların başında pek tabii ki “PIGS” grubu geliyor[xii]. Açılımını yaptığımızda bu harflerin sırasıyla Portekiz, İtalya, Yunanistan ve İspanya’yı simgelediğini görürüz. Aslında bu terim, 1990’ların ortasında Avrupa Birliği’nin güney ekonomileri için kullanılan revaçta bir kısaltmaydı. 2000’lerle unutulan bu kısaltma, hâlihazırda tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizin bu ülkeleri kasıp kavurması üzerine yeniden moda oldu. Hatta şimdilerde “PIGS” in iki versiyonu daha kullanılmaya başlandı: İrlanda’nın gruba dahil edilmesiyle oluşturulan “PIIGS” ve bazılarına göre Büyük Britanya ile birlikte son halini alan “PIIGGS”[xiii]. Aslında bu tür kısaltmalar, ekonomi literatüründe rastlanmayan şeyler değil. Bunların en ünlüsü çoğumuzun tahmin edebileceği gibi “BRIC”. 2001’de global bankacılığın sayılı yatırım bankalarından Goldman Sachs’ın oluşturduğu bu kısaltma, dünyanın önümüzdeki 50 yılına damga vurması beklenen ülkeleri olan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’i bir araya getiriyordu. Fakat 19 Şubat’ta yaşanan flaş gelişmeyle Güney Afrika da bu gruba dâhil edildi ve bundan sonra grup, yoluna yeni ismi “BRICS” ile beraber daha da güçlenerek devam edecek gibi görünüyor. Fakat 2010’da İngilizlerin bankacılık gururu HSBC tarafından “BRIC”e zorlu bir rakip olabilecek alternatif bir grup oluşturuldu: “CIVETS”. Bu grubu oluşturan ülkeler ise Kolombiya, Endonezya, Vietnam, Mısır, Türkiye ve Güney Afrika[xiv]. Buradan yola çıkarak üç ayrı sonuca ulaşılabilir: Birincisi, Mısır’ın son durumu grubun geçerliliği hakkında şüpheler uyandırsa da bu ülkenin önemli bir devlet geleneği ve Ortadoğu’nun en seçkin entelektüel sınıfa sahip ülkesi olduğu unutulmamalı ve Mısır gibi bir ülkenin uzun vadede ne kadar büyük bir potansiyeli bünyesinde barındırdığı göz önünde bulundurulmalıdır. İkincisi, CIVETS’in üyesi Güney Afrika’nın BRIC grubuna transfer olup rüştünü ispatlaması. Üçüncüsü ve bizim açımızdan en önemlisi ise, ikinci maddeye bağlı olarak CIVETS grubuna giren tek Avrupa ülkesi olarak göze çarpan ve BRICS grubuna onun için ‘T’ harfini de ekleyerek grubun “BRICST” olarak son halini almasının kuvvetle muhtemel olduğu bizzat oluşumun isim babası Goldman Sachs tarafından dile getirilen Türkiye.   

Küresel ekonomik kriz üçüncü yılını devirirken ülkelerin iki ana gruba ayrılma eğilimi gösterdiklerini söyleyebiliriz: Bir yanda krizin ekonomileri ters yüz eden etkisini üzerinden atanlar ve atma yolunda hızlı adımlarla ilerleyenler öbür yanda ise krizden çıkma yolunda bırakın pozitif işaretler vermeyi bataklıkta çırpındıkça daha da batanlar. Şunu da vurgulamak isterim ki; krizler güncel konjonktürün getirdiği sonuçlar açısından kaçınılmaz bir yere sahip. Yani yaşadığımız kriz ne ilk ne de son aslında. Yakın geçmişte yaşanılan krizleri de akıldan çıkarmamak lazım. 1970’leri ve 1980’lerin başlarını esir alan Petrol Krizi veya 1990’ların ortasında Asya’da tsunami etkisi yaratan Asya Krizi akla gelen ilk örnekler. Fakat bu krizin “küresel ekonomik kriz” olarak adlandırılmasında da bir keramet olmalı. Bu niteleme, krizin küresel güç ABD’de başlayıp istisnasız bütün yerküremizi etkisi altına alması nedeniyle gerçek anlamını kazanıyor. Son olarak da bir tavsiyeyle bitirelim: Bugüne kadar nispeten artçı şoklar halinde gelen krizlerin bu defa dünyanın kapısını şiddetli bir deprem olarak çalması, belki de artık ciddi ve dürüst bir sistem eleştirisi ve bunu sonucunda da bir sistem yenilenmesi gerektiğinin bir göstergesi olarak sayılmalıdır.

Sinan Aktan


[i] Ntvmsnbc, 2008. 10 soruda küresel kriz. [online] (Son Güncelleme: 23 Eylül 2008) <http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/460082.asp> [7 Şubat 2010]
[ii] BBC, 2008. US rescues giant mortgage lenders. [online] (Son Güncelleme: 7 Eylül 2008) <http://news.bbc.co.uk/2/hi/7502310.stm> [12 Şubat 2010]
[iii] HaberPan, 2008. FED, bankaların dışındaki yatırım şirketleri ve aracı kurumlara borçlanma imkanı sunmaya karar verdi. [online] <http://www.haberpan.com/1929-buhranindan-beri-en-kotu-kriz-haberi/>    
[8 Şubat 2010]
[iv] Jurnal.Net, 2009. 2008’de dünya ekonomisi. [online] <http://www.jurnal.net/ekonomi/2009/01/01/2008-de-dunya-ekonomisi.htm> [10 Şubat 2010]
[v] Uslu, S., 2009. Titanic faciası ve Lehman Brothers’ın batışı. Zaman Online, [online]
<http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=893621> [13 Şubat 2010]
[vi] Jurnal.Net, 2009. . 2008’de dünya ekonomisi. [online] <http://www.jurnal.net/ekonomi/2009/01/01/2008-de-dunya-ekonomisi.htm> [10 Şubat 2010]
[vii] WebCite, 2010. Federal Deposit Insurance Corporation Failed Bank List. [online]
[viii] Euractiv, 2009. Mahfi Eğilmez: Yunanistan kriz Almanya ve AB ekonomisini de zora sokabilir.
[ix] Gürses, U., 2010. Alman-Yunan Kutuplaşması. Radikal, [online] <http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=08.03.2010&ArticleID=984327> [11 Şubat 2010]
[x] Emlakkulisi.com, 2010. Almanya Yunanistan’a adalarını satmasını önerdi. [online]
[xi] Borsa Gündem, 2010. ALMANYA’YA GÖRE YARDIM İÇİN ERKEN. [online]
[xii] Kaufmann, M.H. (2000). Musings on the European Economic and Monetary Union. In D. J. Kotlowski, The European Union: From Jean Monnet to the Euro (pp. 33-55) USA, Ohio University Press.
[xiii] The Hindu Business Line, 2010. Too small is ‘too big’ to fail. [online]
[xiv] Şafak, E., 2010. CIVETS. Sabah, [online] <http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/safak/2010/08/17/civets>
[14 Şubat 2010]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder