11 Kasım 2012 Pazar

Hariciye Kasım&Aralık 2012



10 Eylül 2012 Pazartesi

Yeni dönemde hariciye

Merhabalar arkadaşlar,

2012-2013 yılı için çalışmalara yavaştan başlayalım diyoruz. Hep dediğimiz gibi, hariciye’nin içeriğinden tutun da dağıtım, sponsorluk ve tanıtım işlerinin hepsi birer takım işidir. Bu takımı kurmak için takım arkadaşlarına ihtiyacımız var!

Öncelikle, içeriğimizi daha çok zenginleştirip, daha akademik boyutlara taşımak için sadece ODTÜ'nün değil bizi takip eden ve dergimize katkıda bulunmak isteyen herkesin fikirlerinden, çevrelerinden ve makalelerinden yararlanmak isteriz. Bu konuda yardımcı olabilecek okurlarımız bizimle iletişime geçebilirler.

Bunun dışında şimdilik çokça önemli olan sponsorluk konusu… Efenim bu konuda da yardımcı olabilecek okurlarımızın desteğine ihtiyacımız var. Sizin de aklınıza gelen, "şurası yardımcı olabilir." dediğiniz bir kurum/ kuruluş varsa fikirlerinizi duymak isteriz.



Kısacası hariciye’nin bomba gibi geri dönmesi için tüm fikir, öneri ve desteğe açığız. Fikir, öneri ve sorularınız için hariciyedergisi@gmail.com'a adresine e-posta atabilirsiniz.




Görüşmek üzere!

16 Nisan 2012 Pazartesi

Hariciye Nisan 2012

16 Ekim 2011 Pazar


Merhabalar! 

Biz yeni Hariciye'cileriz. 

Size çok güzel haberlerimiz var: Hariciye'nin 2. yılına Kasım sayımız ile hep beraber başlıyoruz. 

İlk toplantımızı aldık hatta yazılarımızın konularını belirledik bile. Arap Baharı'ndan ekonomiye, Avrupa'nın içinde bulunduğu durumdan edebiyata, sinemaya kadar pek çok konuyla geliyoruz. Tabii ki artık bir Hariciye klasiği olan "Erasmus'tan Mektup Var!" bölümümüzü de devam ettiriyoruz.

  Yeniden kocaman bir Hariciye ailesi olduk. 
Sizlerin de katkılarıyla daha da büyüyeceğimize inanıyoruz. 
Biz Hariciye'yi çok seviyoruz, herkes sevsin istiyoruz. 
Bunun için çalışıyoruz, uğraşıyoruz, çabalıyoruz. 
Siz de çabalarımızı görün, Hariciye en az bizim kadar sevin, sahiplenin!

Kasım ortası gibi, 2. yılına başlamış daha deneyimli bir Hariciye Kasım sayısı ile görüşmek üzere!

6 Eylül 2011 Salı

Türksam Başkanı Sinan Oğan ile Söyleşi: NATO Zirvesi, Füze Kalkanı ve Türkiye

Sinan Oğan: Öncelikle şunu belirtmek isterim; Türkiye’de bir dış politika dergisi çıkartmak o kadar zor ki koca koca kurumlar dış politika dergisi çıkaramazken, bir öğrenci topluluğunun dış politika üzerine bir dergi çıkartması hakikaten takdire şayan. Sizleri tebrik ediyorum.


HARİCİYE: Teşekkür ederiz. İsterseniz röportajımıza 19-20 Kasım günlerinde gerçekleştirilen NATO Zirvesi ile başlayalım. Lizbon’da yapılan kritik zirvede NATO’nun gelecek 10-15 yılını etkileyebilecek çeşitli kararlar alındı. Fakat biz daha çok bu zirvenin Türkiye ile ilgili kısmı üzerinde duracağız. Türkiye’yi ilgilendiren asıl konu füze savunma sistemlerinin topraklarımız üzerinde konuşlandırılması. Türkiye, zirve öncesinde NATO’dan bir dizi talepte bulundu. Örneğin; İran adının belgelerde yer almamasını istedi. Zirve sonrası medyaya baktığımızda, bu tamamen bir başarıymış gibi yansıtıldı. Buradan başlayalım, size göre bu, gerçekten bir başarı mıdır?
                                                                          
S.O: Bir sanal durum yaratıldı, Türkiye yanlış şeyler üzerinden bir pazarlık yapıyor. Türkiye’nin neleri pazarlık unsuru yaptığını daha sonra konuşacağız ama önce şunu söyleyeyim. Pazarlıklar daha çok elle tutulur, somut şeyler üzerinden yapılmalıdır. Pazarlıkları yaparken daha çok sizin ülkenizin çıkarları neyi gerektiriyor ona bakacaksınız. Örneğin; İran’ın isminin orada geçip geçmemesi mi önemlidir, yoksa sizin sırtınıza yüklenecek milyarlarca dolarlık fatura mı önemlidir? Bana sorarsanız milyarlarca dolarlık fatura orada İran’ın isminin geçip geçmemesinden daha önemlidir. Çünkü Avrupalılar kediye zaten kedi diyorlar. Bizde bazen karaya ak diyebiliyorlar ama orada kediye kedi diyorlar. Yani İran adının orda geçmesi ya da geçmemesi fiiliyatta bir netice doğurmuyor. Çünkü tehdit İran’dır. Bölgede böyle başka bir ülke yok. Suriye’nin elinde mi nükleer başlıklı füze var, yoksa Suudi Arabistan’ın mı? Tehdit İran’dır, tehdit edilen İsrail’dir. Bazı şeylerin tespitini doğru yapmak lazım. Bu işin biraz netameli olduğu ve özellikle seçmen nezdinde sıkıntılı yanlarının bulunduğu bilindiği için ilk olarak belirtmek gerekirse zirveye oy kaygısı olmayan Cumhurbaşkanı gönderildi. Oy kaygısı olan ve yürütmenin de başı olan Başbakan gitmedi. İkinci olarak, bir tane sanal talepler listesi yaratıldı. Mesela gazetelerden talepler listesinden zafer kazandığımız söylenen şeylere bakarsak ne deniliyor, Türkiye’nin şartı bunun bir NATO Zirvesi olması gerektiğiymiş deniliyor. Bu zaten bir NATO projesidir. Bu bir NATO projesiydi. Türkiye bunun bir NATO Zirvesi olmasını sağladı deniliyor ama böyle bir şey yok. İkincisi, ‘tehdit İran değil’ şartı. Tehdidin İran olduğu gün gibi ortadadır. Avrupalı liderler de bunu ifade ettiler. Diyelim ki siz oraya İran yazdırmadınız, böyle olunca tehdit İran olmaktan çıkıyor mu? Hayır. Kaldı ki NATO’yu az çok bilenler şunu da bilirler. Soğuk Savaş Dönemi’nde NATO’nun en büyük düşmanı SSCB olmasına rağmen, NATO kayıtlarının hangisinde “Düşmanımız SSCB’dir” diye yazılıdır? Biri bana göstersin. NATO kayıtlarında da yazmaz böyle bir şey. Burada sanal bir zafer görüyoruz. Başka sanal zaferlerimizden ne vardı?  Türkiye’nin her yerinin koruma altına alınması olayı. Türkiye’nin her yeri koruma altında değildir. Çünkü tehdit eğer İran ise füzeleri tespit edecek radarlar İran sınırına yerleştirilecek ve füze bataryaları ister Türkiye de isterse başka yerde olsun bunlar sınırları korumaz. Yani İran’a yakın olan hiçbir yer koruma altında olamaz. Bu füzeler ya kısa menzillidir ya orta menzilli ya da uzun menzilli kıtalar arası füzelerdir. Uzun menzilli füzeler ateşlendiğinde onları öncelikle bulundukları yerde imha etmeniz gerekir. Çünkü o üç farklı aşamadan geçiyor, bulunduğu yerde imha edemezseniz atmosfere geçiyor. Uzayda bir süre ilerliyor, sonra tekrar atmosferden geçerek atıldığı ülkeye doğru ilerliyor . O füzelerin ilk vurulacağı nokta çok önemlidir. Çünkü daha hızını alamamış bölgededir. Eğer belli bir mesafeden geçerse hızı çok yükselir ve vurma şansı da azalır. Diyelim ki İran bir tane kıtalararası füze geliştirdi ve attı. Onu, İran’da vuramadığınız takdirde gideceği güzergâhta vurmanız lazım. Ama İran’ın zaten böyle bir kıtalararası füzesi ve yakın gelecekte de bunu geliştirme ihtimali yok.

HARİCİYE: Elindeki füzelerin menzili zaten belli. Avrupa’da, Romanya ve Bulgaristan’ı vurabilecek menzildeler.

S.O: Kısa ve orta menzilli füzelerin hepsi Türkiye’den geçecek ve eğer hedef İsrail değilse Avrupa’ya gidecek. Füze nereden geçecek? Türkiye’den. Bunu nerde vuracaksınız? Türkiye üzerinde. Peki, deniliyor ki biz hedef değiliz, savaşan değiliz. Füze bizim toprağa yerleştiriliyor, radar bizim topraklara yerleştiriliyor ve serpinti de bizim topraklarımıza saçılıyor. Bizim burada zaferimiz ne? Acaba var da ben mi göremiyorum? Zafere ortak olmak, iyi bir şeydir. Hele ki ülkemiz adına bir zafere ortak olmak, büyük bir gurur kaynağıdır. Keşke böyle bir zafer olsa da biz de hep beraber gururlansak. Çünkü biz bir siyasi parti değiliz, bir düşünce kuruluşuyuz. Bizim için doğru her zaman doğrudur, yanlış her zaman yanlıştır. Doğruyu kim yaparsa onu savunuruz, yanlışı kim yaparsa onu eleştiririz. Dolayısıyla bizde yandaşlık veya candaşlık gibi bir durum olamaz. Zaten düşünce kuruluşlarının görevi de budur. Gelelim komuta meselesine. Sayın Başbakan bir hafta öncesinde “Komuta Türkiye’de olmalıdır.” diyor. “Düğmeye değil, butona biz basmalıyız.” diyor. Aradan bir hafta geçiyor ve açıklamasında “Komuta NATO’da olmalıdır.” diyor. Komutanın NATO’da olacağı belli zaten. İnsanlarımızın hepsi belki uluslararası ilişkiler mezunu ya da bu konuyla ilgili bireyler değildir. Ancak insanlar bu konuyu bilmiyor diyerek de onları kandırmanın bir manası yok. NATO sistemi içerisinde komutanın herhangi bir ülkeye devri diye de bir şey yok. Hiç kimse bunu Türkiye’ye devretmez.

HARİCİYE: Bunun için NATO Genel Komutanlığı var zaten.

S.O: NATO Genel Komutanlığı da ABD’nin etkisindedir. ABD’nin dışında hareket etmez. Bu füze savunma sistemi öyle bir şey ki burada saatler ve günler yok birkaç dakikayla iş halloluyor, çözülüyor veya çözülemiyor. Radarların füzeyi tespiti, bunun bildirilmesi ve bunu izleyen süreç otomatiğe bağlanmış bir NATO sistemidir ve bunun Türkiye’ye verilmesi de bu açıdan çok zor. Lizbon, bir siyasi mutabakat zirvesiydi. Burada genel hatlar belirlendi, ancak detaylar önemli. Önümüzdeki süreçte yapılacak toplantılarda ve 2011 Haziranında gerçekleşecek yeni toplantıda bütün bu detaylar şekillenmiş olacak. Ancak bu detaylar öyle önemli ki Türkiye’nin bunlara gerçek anlamda vâkıf ve istenecek tavizlere karşı da hazırlıklı olması gerekir. Pazarlığımızı da Türkiye’ye yüklenecek faturanın ve Türkiye’nin savunma harcamalarının azaltılması üzerine yapmalıyız. Çünkü Türkiye bir risk aldı ve aldığı riskin karşılığı  ağır bir ekonomik yük olmamalı, bu fatura hangi ülkeleri koruyorsak onlara yüklenmeli. Burada şunu ifade etmeliyim ki; bu proje açıkça kısa vadede İsrail’i korumaya, orta ve uzun vadede ise Çin’den gelen tehditleri önlemeye yöneliktir. Çünkü bölgede yükselen büyük bir Çin var ve ABD ister istemez Çin’le bir rekabete girecektir. Rusya’nın da bu projenin bir parçası haline gelmesindeki temel sebep, onun da Çin’in yükselişini görüyor olması ve bu güçle tek başına mücadele edemeyeceğini anlaması, bu nedenle de Batı’nın bir parçası olma yönünde koşmasıdır. Ben de yazılarımda ve konferanslarımda bunu ifade ediyordum. Yaklaşık 3-4 sene önce TÜRKSAM olarak biz, bir tez ortaya koyduk: “Yükselen bir Çin var ve Rusya’nın en büyük tehdit olarak kabul ettiği ülke Amerika değil, Çin’dir. Çin, öyle bir noktaya gelecektir ki Rusya Batı’ya yaklaşmak durumunda kalacaktır. Bölgede Batı, yani ABD-Rusya-Türkiye-Japonya’dan oluşan yeni bir koalisyon olacak ve bunun karşısında da Çin yer alacaktır.” Bu bizim son yıllarda hem yazdığımız hem de konuştuğumuz bir hadise ve bugün görüyoruz ki doğru öngörülerde bulunmuşuz.

HARİCİYE: Bütün bu söylediklerinizden füze kalkanının Türkiye’ye yerleştirilmesinin “sıfır sorun politikasına” aykırı olduğu anlamını çıkarabilir miyiz?
S.O: Aslında böyle bir politika yoktur ve olması da pek mümkün değildir. Biz Türkiye’de yeni bir kavram oluşturma, bir politika üretme algısıyla karşı karşıyayız ancak böyle bir politika olanaksız. Örneğin; “sıfır sorun” diye Ermenistan’a taviz verirseniz, Azerbaycan’la sorun yaşarsınız ki bugün görünen odur, “sıfır sorun” diye Yunanistan’a giderseniz, Ege’deki, Kıbrıs’taki çıkarlarınız tehlikeye girer çünkü taviz vermek zorunda kalırsınız; Ruhban Okulu, ekümeniklik gibi. Siz Sümela Manastırı’nı ibadete açarsınız ama Atina, Avrupa’nın camisiz tek başkenti olmaya devam eder; daha da fazlası Batı Trakya’daki Türk azınlığı ki onlar Türk bile demiyorlar; Müslüman azınlık diyorlar, hâlâ ibadetlerini Yunanlıların atadığı bir müftüyle devam ettirmek zorunda kalırlar. Dolayısıyla bu tür şeyler karşılıklılık esasına dayalıdır. “Sıfır sorun” mümkündür ancak sorun yaşadığınız ülkelerin istediklerini kabul ederseniz. Bu bütün sorunlarınızı halleder tabii eğer sorun çözme metodunuz bu ise.

HARİCİYE: O zaman, sıfır sorun politikası aynı zamanda bir taviz verme politikası mıdır?

S.O: Sıfır sorun diye bir şey olmaz. Eğer sıfır sorunda kastınız bir şeyler vererek çözüme ulaşmak ise dediğiniz doğru. Ama böyle bir şey olmaması lazım. Bir ülkeyle pazarlık yapabilirsiniz, bazen 2 alırsınız 3 verirsiniz, bazen de 5 alır 2 verirsiniz, bu değişir. Bizde sorunlar birikmiş, çözmeye de çok hevesliyiz; imparatorluktan geliyoruz, büyük bir milletiz. Büyüklük bizde kalsın diye bir deyim herhalde bir tek Türklerin lügatinde vardır. Büyüklük bizde kalsın; beş tavizi biz verelim, iki tanesini de karşı taraf versin diye düşünüyoruz. Neden sürekli taviz veren taraf biz olalım? Dolayısıyla bu anlamda sıfır sorun politikası doğru yerde değil. Kaldı ki biz ‘Kırmızı Kitap’ı değiştirdik. Yunanistan, Suriye, İran ve Rusya; bunların hiçbiri artık tehdit değil. Tabi ki komşularla iyi geçinmek iyi bir şeydir. Hiç kimse komşusuyla, sınırdaşıyla sorun yaşamak istemez. Bu anlamda sorunları çözmeye çalışmak lazım. Ama siz karşı tarafı ‘Kırmızı Kitap’ınızdan çıkarırken, o hâlâ sizi kendi ‘Kırmızı Kitap’ında tehdit olarak görmeye devam ediyorsa sizin ona karşı siyasetinizde bir karşılıksızlık var demektir. Bu ise onun siyasetinin hayata geçtiğini, sizin siyasetinizin ise tavize dönüştüğü manasına gelir ki bu karşı tarafı aynı zamanda masadan da kaçırır. Çünkü karşı taraf nasılsa istediğimi alıyorum, masada oturmama gerek yok diye düşünecek. Bu sizin önünüze başka başka sorunlar çıkarır. Karşı tarafta başka bir algı var. Demek ki sadece tâviz vermekle sorun çözülmüyor, eğer çözülseydi bu iyi niyet adımlarına karşılık olarak diğer taraf da bekler ve bu açılışı bir ay sonra yapardı. Bunu düşünmediler ve geldiğimiz hafta orada heykeli açtılar. Bu füze savunma sisteminde bu anlamda İran bize tehdit değil, Suriye bize tehdit değil diyoruz fakat topraklarımıza İran ve Suriye’ye karşı radar ve füze yerleştiriyoruz. Burada bir çelişki var, inandırıcılığınız kalmıyor. One minute krizinden sonra İsrail ile ilişkiler tarihin en kötü dönemini yaşıyor; topraklarınızdaki radarlar, füzeler İsrail’i korumaya yönelik. Burada da bir çelişki var. İsrail’in kendi füze kalkan sistemi yok mu? Var. Ama füzeler öyle bir şey ki bir attığınızda bir tane değil onlarca füze atıyorsunuz. İsrail’in uzaklığı 45 dakika, yani coğrafi derinliği yok. İki füze ile İsrail’i yeryüzünden silersiniz. 100 füzeyi aynı anda attığınızı düşünün. Diyelim ki İsrail’i bunların 97 tanesini vurdu, 3 tanesi kaçırdı. İsrail diye bir şey kalmaz ortada. Bu yüzden İsrail’in öncelikle bu radarlardan elde edilen istihbarat bilgisine ihtiyacı var. O da nerden sağlanacak? Türkiye’den. Gelişmiş radarlar kurulacak, orada İran’dan bir füze fırlatıldığı anda tespit edilecek ve anında çekecekler İran’ı. İran'dan İsrail'e doğru bir füze ateşlendiğinde füzeyi daha o anda imha edebilecekleri için onun başka bir yere doğru gönderilmek istendiği, örneğin Almanya'ya doğru ateşlendiği, iddia edilemeyecek. Ancak biz Almanya'ya doğru ateşlenen füze anında vuruldu diye öğreneceğiz. Bunun peşinden kamuoyu öğrenecek ki İran'ın başka yerleri de bombalandı ki yeni füzeler atılmasın. Ama aslında İsrail'e doğru atılmış bir füzeydi. Bu yüzden İsrail yüzünden İran'la karşı karşıya gelebiliriz.

HARİCİYE: İran'ın İsrail'e saldıracağı ve Avrupa'ya füze atacağı düşüncesinin sürekliliği sebebiyle 'korku imparatorluğu' yaratılıyor. Ama İsrail'in İran'a saldırma olasılığı düşünülmüyor. Bu senaryo hakkında ne düşünüyorsunuz?

S.O: Böyle bir senaryo daha gerçekçidir. İsrail'in İran'a saldıracağını hepimiz göreceğiz. Eğer bugünkü konjonktörün devam etmesinin yanında İran nükleer silah yapma yönünde füze teknolojisini geliştirirse İsrail, İran'a saldıracaktır. Korkarım ki, bu saldırı Türkiye üzerinden yapılacak ve biz İran'la karşı karşıya geleceğiz. Batılılarda olduğu gibi İsrail de işini kendi yapmak ister ancak böyle riskli durumlarda başka ülkeleri kullanmak ister. Ateşi maşayla tutmak ister. Korkarım ki oldubittiye getirilerek Türkiye maşa olarak kullanılabilir. Bu açıdan böyle bir risk mevcuttur.


HARİCİYE: Bugüne kadar yapılanlara bakılırsa Türk Dış Politikası’nda bir tezatlık görünüyor. En son, emekli büyükelçimiz Şükrü Elekdağ’dan bir açıklama geldi. Dış politikadaki tezatlıklardan söz etmekle birlikte Türkiye’nin NATO savunma sistemlerinin ülkemizde konuşlandırılması konusunda iyi yaptığını düşünüyor çünkü İran’ı dengeleme politikasına baktığımız zaman bizim komşumuz olarak İran nükleer güç olursa Türkiye üzerinde gerçekten çok büyük bir etkisi olacaktır. Bu bağlamda neler söyleyebiliriz?

S.O: Eğer Türkiye NATO’nun ve Batı’nın bir parçasıysa ona göre hareket etmek zorundadır. Yani burada “”Küstüm, oynamıyorum” veya “”Bugün keyfim yok maça çıkmayacağım” diyemiyorsunuz. Siz NATO’nun bir üyesisiniz; dolayısıyla da NATO sisteminin mümkün olduğunca bir parçası olmaya kararlıysanız, onun gereğini de yerine getirmeniz lazım. Burada sıkıntı, pazarlıkları yanlış şeyler üzerinden yapmamız. Türkiye Batı’nın bir parçası ise ona göre hareket etmelidir. Türkiye Batı’ya göre hareket edecek ama kendi çıkarını düşünerek pazarlık yapacak. Sorun Türkiye’nin bu sistemi kabul etmesi veya etmemesi değil, sorun; pazarlıkların doğru yapılmaması ve doğru yapılmayan ve iç politikaya malzeme edilen bu pazarlıklar neticesinde Türkiye’nin kayıplarının ortaya çıkması. Elbette ki Türkiye’nin bu anlamda ciddi bir şansı yoktu. Hele ki seçimlere yedi ay kalmış bir dönemde buna hayır diyen bir iktidarın, iktidarda kalma şansı da çok fazla olmazdı. Yani ABD’ye hayır demek kolaydır da NATO’ya hayır demek o kadar kolay bir iş değildir. Bir dış politika tercihi olarak NATO’dan çıkıyorum diyebilirsiniz. Ama hem içinde olup hem dışında kalıyor gibi yaptırmazlar.


HARİCİYE: NATO’yu bir kenara bırakırsak, nükleer enerjiye sahip olması, bugün için hiçbir sorunumuz olmayan İran'la 10-20 yıl sonrasında bir problem oluşturabilir.

S.O: Hiçbir komşumuzda nükleer silah olmasın, Dünya’da nükleer silah olmasın. Hele ki bölgede Türkiye’yle denge halinde olan bir ülkenin nükleer silaha sahip olmasını istemeyiz çünkü Türkiye’yle İran arasındaki o tarihsel denge bozulur. Ama biz, İran’da bu sıkıntılar, bu şüpheler var diye İran’a bir müdahalede bulunup, İran’ı Irak’ın düştüğü duruma düşürüp, bölgemizde yeni bir istikrarsızlık alanı yaratıp, oradan da farklı terör gruplarının yeniden bizim sınırımızda cirit atmasını da istemeyiz. Yani sınırımızda ne kadar çok istikrarsızlık alanı varsa Türkiye için o kadar çok büyük risk var demektir.

HARİCİYE: Sinan Bey son olarak Türkiye, Batı ve İran ile görüşmeler başlayacak yakın bir zamanda. Görüşmelerden olumlu bir sonuç bekliyor musunuz?

S.O: İran kontrollü gerginlik politikasını en başarılı biçimde uygulayan ülkelerden birisidir. Nasıl ki Rusya enerjiyi bir dış politika aracı olarak kullanıyorsa, İranlılar da kontrollü gerginliği kullanırlar. İran, Batı ile siyaseti kendisine karşı bir müdahale olana dek sürdürür. Eğer İran fiili olarak bu tehdidi bugün görmeye başlarsa adım atar. Böyle bir saldırı ihtimalini görmezse oyalama taktiğine devam eder. İran nükleer silaha ulaşıncaya kadar oyalamaya çalışıyor. Nükleer silaha ulaştığı gün “Ben dokunulmazım.” diyecek.

HARİCİYE: Görüşmelerden bir sonuç beklemiyorsunuz yani?

S.O: Ben görüşmelerin yeni görüşmelere kapı açacağını o yeni kapıların da daha yeni kapılar açacağını ama bu kapıların da İran’a müdahale oluncaya kadar bir türlü bitmeyeceğini düşünüyorum.

HARİCİYE: Günlerdir bir eksen kaymasından bahsediliyor. Bu konuda neler söylersiniz?

S.O: İlk olarak bir eksen kaymasından bahsediyorsak, eksenimizin kaydığı yer doğru bir yer değil. Yani Dünya’ya baktığınızda onun farklı bir coğrafyaya doğru gittiğini görüyorsunuz. Bu coğrafya Orta Asya, Güney Asya coğrafyasıdır. Dünya oraya doğru giderken ve Çin’le Batı arasındaki rekabet o noktada kızışırken, bizim Ortadoğu çatışmalar çöplüğüne doğru eksenimizin kaymasının da doğru olmadığını düşünüyorum. Eksen kayması tartışmalarının haklılık payları da yok değil; ama Batı’da abartıldığı kadar büyük bir eksen kayması olmadığını görüyoruz. Bu son Lizbon zirvesiyle birlikte, kayıyor gibi gözüken Türkiye’nin ekseni, yerinden alınmış, Atlantik eksenine yeniden oturtulmuştur.